ghg
ghg

Flört, Kışkırtma, Oynama > STRİPTİZ


1. Bölüm: YARAMAZ BİR BABA VE ESKİ İSTANBUL


Sonraki Bölüm >>

Yazı: ALTAR BAYKAL

Çocukluğumda bizim ailede striptiz konusu pek popülerdi. Sanırım bunun nedeni bir playboy olan babamdı. Vikipedi playboy sözcüğünü "hayatın zevklerini tadacak bol zamanı olan ve iyi yaşamayı seven, çapkın ve çok eşli varlıklı erkekleri anlatan terim" şeklinde açıklamış. Babam ise, hayatın zevklerine düşkün ve onların tadını dibine dek çıkarmayı bilen (hem de çok yakışıklı ve şık) bir adam olsa da, ne çok zamanı, ne de çok parası vardı… çünkü aslında varoştan çıkmış, Osmanlı sarayı ile ilişkili (yarım porsiyon "saraylı") bir aileye içgüvey olarak "kapak atmış" bir adamdı. Anlayacağınız full time playboyluk onun için olanaksızdı; görüntüde de olsa bir mesleğinin bulunması gerekliydi. Bu yüzden kayınpederinin forsunu kullanması sonucu bu kez da 50li yılların ünlü gazetesi olan Tan gazetesine köşe yazarı olarak kapak atmıştı. Önceden birkaç şiir ve roman denemesi olacak kadar yazma işine yakınlığı yüzünden "Düşünceler" adlı köşesini hak ediyordu. Buna karşın karakteri gereği uslu duramıyor; daima çarpıcı, sivri ve biraz da riskli konuları kaleme alıyrodu.

Bir gün, ülkemizde de bomba etkisi yapmış bir performans olan striptizden çok etkilendiği için konuyu inceleyip "Striptiz bir sanat mıdır?" başlıklı bir makale yazdı. Striptiz yapmak yasal açıdan yasak olmasa da, onun makalesi erotizmin sınırlarını öylesine zorlamaktaydı ki, hakkında "kanuni takibat" başladı.

Babam inanılmaz şanslı bir adamdı. Onu hep eski bir TV dizisi olan "Avrupa Yakası" adlı dizideki emekli diplomat Bülent Onaran karakterine benzetirim. Bu olayda da şansı yaver gitti. Hakkında yasal işlem başlatılsa da karakola gidip o ifade vermedi; çünkü onun yazısı, bir mürettiplik hatası sonucunda (daha doğrusu büyük bir şans eseri) babamın köşesinin yayınlandığı sayfanın diğer yanında yer alan farklı bir yazarın köşesinde basılmıştı. Doğal olarak ifadeye de o köşe sahibi çağrıldı. İşin traji-komik yanı ise "ahlaka mugayir makale" yüzünden ifadeye çağrılan köşenin sahibinin ihtiyar bir tarihçi olmasıydı. Adam kolonunda sadece tarihi bilgiler vermekte, babamın değimi ile "vaka-i vakvakiye vukuatları" yazmaktaydı. Bu "müessef" olayın babama etkisi ise sadece kendisine yeni bir konuşma konusu kazandırmakla sınırlı kaldı. Olayı inanılmaz kıvrak dili ve büyük espri yeteneği ile süsleyip, her defasında baştan sıkılmadan dinleyeceğiniz ve gülmekten yerlere kapaklanacağınız şekilde anlatmayı alışkanlık haline getirdi. Bu arada fırsattan istifade striptiz hakkında dinleyenlerin yüzünü ufaktan kızartacak eklentiler de katmayı ihmal etmezdi.

İşte striptiz ile ilk tanışmam böyle oldu.

İkinci tanışıklığımı ise beni 11 yaşındayken gece hayatına azar-azar sokmaya başlaması sonucu canlı-canlı hatunları… pardon… striptiz şovlarını izlemekle yaşadım. Ama bunları anlatmadan önce konunun ilerleyiş yönünü biraz gevşetecek ve size kısaca ülkemiz, daha doğrusu eski İstanbul "umumi mahal"ini tanıtacağım.

Atatürk yeni vefat etmiş. Var ettiği batılılaşma kentlerde büyük çapta yaygınlaşmış; şaşkınlık verecek kadar benimsenmiş. Hani neredeyse on yıl içinde haremlik-selamlık anlayışından, gece kulüplerinde tango yapmanın doğal karşılanmasına evrilmiş. İnanın abartmıyorum; sağdan-soldan duyduğumu/okuduğumu yazmıyorum. Sözlerimin doğruluğuna hemen bir kanıt göstereyim: Öğretmen olan anneannem, çevresindeki diğer tanış, meslektaş ve komşuları gibi kapalı başını açmış. Dahası, kendisi şapka giyebilmek için saçlarını bile kesmiş.

Ne örgütlü suç var, ne anarşi, ne terörist, ne de sokaklarda veya düğünlerde patlayan silahlar… Giysiler ütülü olmayınca ayıplanıyor. Erkekler fötr şapka takmakta; selam vermek için şapkayı kafalarından kaldırıp, indirmekteler. Çapkınlık oranları ise şapkalarının başlarındaki eğiklik miktarları ile anlaşılabiliyor. Hanımlar pantolon giymemekte ve kural olarak naylon çorap kullanmakta. Şık giyime önem verenler, arkası dikişli çoraplarının dikişlerinin eğri olmamasına büyük özen gösteriyorlar. Çorapların konçları dizin en fazla beş parmak üstünde başlamakta ve metal kancalarla jartiyere bağlanmakta. Eteğin diz üstüne bile sıyrılması imkansız olduğundan bu yükseklik yeterli oluyor. Dahası, şık beyler de kendi çoraplarının gergin durması için daha küçük ve lastikli bir jartiyer kullanıyorlar.

İçki ise çok ucuz! İçki tüketmek; ütüsüz gömlek ve pantolonla sokağa çıkmak gibi bir ayıp değil. İçki kullanımı sıradan, olağan ve fazla önemsenmeyen bir konu... Annem, mehtaplı gecelerde yalının balkonunda içilecek şarap olan "Kavaklıdere Sek"i almak için beni sokağın girişindeki sıradan bakkala yollayabiliyor. Memurlar eve beyaz ipten örülü fileler içinde ufak rakı getirip, hanımları ile "iki kadeh parlatabilmekteler". Radyoda "Appollloooon şaraplarıııııı" diye reklam jingle'ları dönüyor. Mecmualarda (dergilerde) "Dübo-dübon-Dubonnet" şeklinde hala satışta olan enfes bir vermutun reklamı yapılıyor. İçki kullananlar genelde akşamcı. Alkolizm çok seyrek görülmekte ve bir çeşit kanser gibi algılanmakta… Kentli erkeklerin batıdaki gibi hemcinsleri ile -hele ki alkol satılan bir yere- gitmeleri yok gibi bir şey.

Sözün özü gelecek yıllarda ardıllarınca yanlış yorumlanacak ve özentiliğe dönüşecek Atatürk batılılığı; Osmanlı adabı, alçak gönüllüğü ve çelebiliği1 ile muhteşem bir sentez oluşturmuş. Orijinal halinden daha nezih, daha şık bir kültür var etmiş. Ortam; bu denli dost, bu kadar ılık ve "mebzul miktarda" özgür…



DİP NOTLAR

[1] Osmanlı kültürünün nezahetini izlemek için Cem Yılmaz'ın "Yahşi Batı" filmine başvurabilirsiniz.

SONRAKİ BÖLÜM >>


Ana Sayfa    |    Altar Kimdir?    |    Kitapları    |    Yazıları    |    İletişim

Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal    |    Copyright © 2023 -