ghg
ghg

ÖZGÜR VE ÇAĞDAŞ BİR KADIN… MI?


2 - Randevu


<< Önceki Bölüm    |    Sonraki Bölüm >>

Yazı: ALTAR BAYKAL

İçkilerimizi yudumlarken onu çaktırmadan objektif ve sübjektif olarak değerlendirmeye başladım. Sosyal ortam prototipi değildi. "Kahve sevmeme" ile ayran ve Earl Gray çaya bayılma gibi hayran olduğum bir başkaldırısı vardı "kültürel taklitçiliğe". Ona "Şarap içersin sanırım… Beyaz? Kırmızı?" dediğimde çekik gözlerinde bir mini-öfke parıltısı ile garsona dönüp "Ben Alexander alayım. Üzerine hindistancevizi serpilsin" demesi beni şaşırttı. Bu bir meydan okuma mıydı? "Ben özgürüm" mesajı mıydı? Yoksa feministik tokat mı? Bu gece değişik geçecekti.

Bedeninden sonra ayaklarını kerteriz ettim. Hayır; ayak fetişisti değilim. Fetişistler, fetiş nesneler olmadan uyarılamazlar. Ben bazı erkekler gibi bir "ayak-sever"im. Tantrada ayaklar bir seks organıdır. Anaerkide ayaklar kutsaldır.

(Editörün notu: Bu konuda bilgi edinmek için Janus'un KUTSAL AYAKLAR adlı makalesini okuyabilirsiniz.)

Dekolte ayakkabıların kimi zaman "seksi" olarak pazarlanmaları anlamlıdır. Pek çok kadın ayaklarını beğenmediğim için ciddi puan kaybetmişler; sadece ayaklarını beğendiğim çok güzel olmayan bazı kadınlar ise beni şahane güzellerden daha çok uyarmışlardır. Ayça hanımın ayakları ise -beyaz ipek bluzundan uçları belli olan- memelerinden çok çarptı beni: Muhteşemdiler! Parmakları, beyaz bant altından -resmen- fırlamışlardı. Ayakkabı designer'larının kadın ayağını daha da seksi kılmak adına ayakkabı tabanının parmakların altına gelen kısmını giderek küçültmeleri büyük bir buluştu. Böylece parmaklar dışarı fırtlıyordu! Onun da -beyaz ojeli, bedeninin "fit"liğine biraz ters düşen tombulca- parmakları tabandan dışarı "fışkırmışlardı". Stilettolar ise tabanın "ark"ını daha da vurguluyorlardı. O anda tek istediğim onun karşısına diz çökmek, ayakkabıları çıkartıp bir yana fırlatmak, ağzımdan salyalar akıtarak… hayır, yanıldınız, öpmek değil, ısırıp parçalamak, kökünden kopartmaktı.

[İzin verin biraz Janus'ca konuşayım. Köşeli parantezin içindeki sözleri öyküdeki anlam bütünlüğünü bozmamak adına atlayabilirsiniz.

Lütfen bana "manyak" demeyin, ben sadece bir paganım. Hem siz kendiniz de hiç bir kadına "yerim seni" demediniz mi? Dediniz. Peki bunun nedenini hiç düşündünüz mü? Neden, antik Dionysos ritlerinde doruğa çıkmış olan seks ve yamyamlık içgüdüsüdür. Kesinlikle "Bu doğru ve iyi bir şeydir" demiyorum; ama böyle bir içgüdü vardır. Ayrıca -bana kalırsa- Dionysos yamyamlık istemez. Ataerki, kendi doğrularını popüler tanrılara ibla ederek kabul ettirme "puş..luğunu" (eşcinselleri tenzih ederim) yapmayı çok sever .

Örneğin Müslümanlığın tek tanrısı Allah-ü teala'ya bir dolu Yahveh huyu yüklenmiştir. Hemen örnek: "Allah acıdı" sözü... Bu söz, Allah'ın kimi zaman acımadığı, yani acımasız olduğu anlamını taşır. Ya da "Allah'ın gazabı" lafı! Acımasız ve gazaplı bir tanrı vardır; o da Yahveh'dir. Eski Ahit boyunca Yahveh'in ürkütücü acımasızlığı ve öfkesi defalarca dile getirilir.

Tevrat - Ağıtlar
2
1 Rab öfkelenince Siyon kızını* nasıl bulutla kapladı! İsrail'in görkemini gökten yere fırlattı, Öfkelendiği gün ayağının taburesini anımsamadı.
4 Düşman gibi yayını gerdi, Hasım gibi sağ elini kaldırdı, Göz zevkini okşayan herkesi öldürdü,
5 Rab adeta bir düşman olup İsrail'i yuttu, Bütün saraylarını yutup surlu kentlerini yıktı,
17 RAB düşündüğünü yaptı, Geçmişte söylediği sözü yerine getirdi, Yıktı, acımadı,
21 (..) Öfkelendiğin gün öldürdün onları, acımadan boğazladın.

3
1 RAB'bin gazap değneği altında acı çeken adam benim.
2 Beni güttü, Işıkta değil karanlıkta yürüttü.
3 Evet, dönüp dönüp bütün gün bana elini kaldırıyor.
4 Etimi, derimi yıprattı, kemiklerimi kırdı.
5 Beni kuşattı, Acı ve zahmetle sardı çevremi.
6 Çoktan ölmüş ölüler gibi Beni karanlıkta yaşattı.
7 Çevreme duvar çekti, dışarı çıkamıyorum, Zincirimi ağırlaştırdı.
8 Feryat edip yardım isteyince de Duama set çekiyor.

]

Ayça hanım ise kurnazlığı, gözlemciliği ve zekası ile benim bu birkaç saniyelik "dalışımı" fark etti… parmaklarını oynattı! Bu beklenmedik hareketi beni kendime getirdi, gözlerimi yüzüne çevirdim: Beklediğim gibi, net bakışları -alay ve eğlence hisleri ile dolu şekilde- gözlerime dikilmişti.

Kendimi topladım ve dikleştim. Bir karşılık vermem gerekiyordu. Küstah bir çehre takınarak gözlerimi meme uçlarına diktim. Kadınları utandırırsanız, güçlerini, ya da "saldırganlıklarını" diyeyim, engellersiniz. Oysa Ayça hanımın beni saldırıma tepkisi göğüslerini ileri çıkartmak oldu.

Zor bir kadın ile karşı karşıya kalmak da beni eğlendirmeye başlamıştı. Farklı bir ortamdı. Bu meydan okumanın benim avcı tarafımı tetiklemesi de bir yenilikte benim için. Oyunu sonuna dek götürmeye karar verdim ama onu prototip maço erkek havaları ile alt edemeyeceğimi anlamıştım. Farklı taktiğe geçmem gerekiyordu. Bir sigara yaktım. Ciddi ama ilgili çehremi takındım. Ona sorular sormaya koyuldum; konuşturmaya başladım. Kendini ve giderek sorunlarını anlatmasını sağladım… Ben ise sürekli TARAFSIZ (bu önemli, ona ne karşı çıkan, ne de hak veren kimliğe girmeden) bir hakim gibi dinledim. Tepki vermemek, anlatıcı tarafından dinleyenin karar vermemiş olması şeklinde algılanır. Karşı çıkma da yoktur; olsa, anlatıcı silahlarını kuşanır ve çatışma başlar. Oysa dinleyici ortadadır. Anlatıcı dinleyicisini nötrlüğünden uzaklaştırmak (yani haklı görülmek) için kendisini daha açar, fark etmeden olayları en doğal (hatta biraz yaralanabilir) psikolojide anlatmaya geçer. Bu ruh hali direnci çözer... sosyal maskeyi parça-parça eder.

Ayça hanımın dertleri de az değildi. Şirket sorunları, kız kardeş sorunları, gelmekte olan yaşlılığın ayak seslerini işitmenin yarattığı sorunlar…

Uzun-uzun anlattı… Kendini buldu. Daha doğrusu sabah uyanıp yataktan kalktığı kimliğe geri döndü. Hala ciddi, ama bonus olarak anlayışlı bir çehreye geçtim, elimi önce dostça dizine koydum, sonra uzanıp elini tuttum. Artık ona hak veriyordum. Rahatladı. Gözlerinden yaptığı seri ok atışlarına son verdi. Artık bana sakinlikle ve biraz da sevgi ile bakmaktaydı.

Üstünlük bana geçmişti.

Erkek -kuralına göre oynarsa- daima kazanır. Aslında erkeğin kazandığı bir şey yoktur; çünkü ortada bir savaş yoktur. Olan, yani erkeğin kazanması şeklinde ifade ettiğim şey, DOĞAL dengelerin yeniden kurulmasıdır. Burada kadın da kazanmıştır; çünkü kendi olmuştur. Üzerine yüklenen yanlışları taşıyabilmek için ördüğü/dokuduğu zırh/giysi/kimlik gerçek değildir ki… Taşımaya alışılmış olsa da, kadını fark ettirmeden yoran bir kalkandır bu. Kadınlar aslında ne kadar yorulduklarını açılan bir kucağa yerleştiklerinde anlarlar. Beni okuyan hanımlar, eğer bu sözlerimi bir güçsüzlük olarak algıladınızsa çok yanıldınız. O kucakta yaşadığınız duygu, evren bölünmeden önceki öncel evrendeki hislerin bir minik parçasıdır. O kocakta hem babalık, hem aşk, hem seks vardır… ki, bu kombo, öncel evrenin temel duygularındandır. Eğer o kucakta rahat ederseniz, yaşadığınız güzelliklere kapıyı kapatmazsanız, bir süre sonra kendi kucağınızı erkeğinize açma sırasının size geldiğini göreceksiniz.

Ayça hanım da "rahatlama" psikolojisine girmişti. Hala edilgen bir kadın değildi. Ama artık sürekli savaşması ya da her şeye karşılık vermesi gerektiğini, bunu yapmazsa ezileceğini, düşünmüyor; gereksiz yere pür dikkat yaşamıyordu.

Hemen konuşmayı eğlenceli konulara getirdim. Ortam hafifledi, gülüşmeye başladık. Çok komik bir yanı vardı. "Kadınlar güldüren erkekleri sever" ataerkil kalıbını sollayıp, kadınları güldüreceğim diye laflar etmek yerine onlara biraz alan açabilirseniz, kadınların erkeklerden yüzlerce kez daha komik olduğunu anlarsınız. Espri akılla yapılmaz. Sözcüğün kökeni Latince spiritus yani "ruh" (spirit) kelimesinden gelir. Spiritüel eğilim ise sağ beyinde (buna genelde kadın beyni denir) baskındır. Ayça hanım da beni şaşırtmadı… giderek komikleşti. Olayları karikatürize etme yeteneği çok güçlüydü. Pek çok komedyen gibi anlatımda sürekli kendi üstünlüğüne vurgu yapıp diğerlerinin küçümsememesi, bunun yerine kendini komik durumlarda anlatması insanı rahatlatıyor ve gülme isteğinin körüklüyordu. Kısa sürede ortamda -kahkahalarımızı nezaketen biraz bastırmaya çalışsak da- sürekli kikirdeyen tek çifte dönüştük.

Artık kalkma zamanı gelmişti. Alacağım yanıttan emin olarak rahatça sordum:
- Bir nightcap için bana gelmek ister misin?
Yüzüne eski "hafiften şeytani" ifadenin gölgesini içeren bir gülümseme geldi ve kısaca yanıtladı.
- Olur.

SONRAKİ BÖLÜM >>


Ana Sayfa    |    Altar Kimdir?    |    Kitapları    |    Yazıları    |    İletişim

Dizayn: Altar-Stil Team - İçerik: Altar Baykal    |    Copyright © 2023 -