[1]
Profesyonel dominasyon yapan MAster'a verilen isim.
2. Bölüm: RANDEVU
İçkilerimizi yudumlarken onu çaktırmadan objektif ve sübjektif olarak değerlendirmeye başladım. Sosyal ortam prototipi değildi. "Kahve sevmeme" ile ayran ve Earl Gray çaya bayılma gibi hayran olduğum bir başkaldırısı vardı "kültürel taklitçiliğe". Ona "Şarap içersin sanırım… Beyaz? Kırmızı?" dediğimde çekik gözlerinde bir mini-öfke parıltısı ile garsona dönüp "Ben Alexander alayım. Üzerine hindistancevizi serpilsin" demesi beni şaşırttı. Bu bir meydan okuma mıydı? "Ben özgürüm" mesajı mıydı? Yoksa feministik tokat mı? Bu gece değişik geçecekti.
Bedeninden sonra ayaklarını kerteriz ettim. Hayır; ayak fetişisti değilim. Fetişistler, fetiş nesneler olmadan uyarılamazlar. Ben bazı erkekler gibi bir "ayak-sever"im. Tantrada ayaklar bir seks organıdır. Anaerkide ayaklar kutsaldır.
(Editörün notu:
Bu konuda bilgi edinmek için Janus'un KUTSAL AYAKLAR adlı makalesini okuyabilirsiniz.)
Dekolte ayakkabıların kimi zaman "seksi" olarak pazarlanmaları anlamlıdır. Pek çok kadın ayaklarını beğenmediğim için ciddi puan kaybetmişler; sadece ayaklarını beğendiğim çok güzel olmayan bazı kadınlar ise beni şahane güzellerden daha çok uyarmışlardır. Ayça hanımın ayakları ise -beyaz ipek bluzundan uçları belli olan- memelerinden çok çarptı beni: Muhteşemdiler! Parmakları, beyaz bant altından -resmen- fırlamışlardı. Ayakkabı designer'larının kadın ayağını daha da seksi kılmak adına ayakkabı tabanının parmakların altına gelen kısmını giderek küçültmeleri büyük bir buluştu. Böylece parmaklar dışarı fırtlıyordu! Onun da -beyaz ojeli, bedeninin "fit"liğine biraz ters düşen tombulca- parmakları tabandan dışarı "fışkırmışlardı". Stilettolar ise tabanın "ark"ını daha da vurguluyorlardı. O anda tek istediğim onun karşısına diz çökmek, ayakkabıları çıkartıp bir yana fırlatmak, ağzımdan salyalar akıtarak… hayır, yanıldınız, öpmek değil, ısırıp parçalamak, kökünden kopartmaktı.
[İzin verin biraz Janus'ca konuşayım. Köşeli parantezin içindeki sözleri öyküdeki anlam bütünlüğünü bozmamak adına atlayabilirsiniz.
Lütfen bana "manyak" demeyin, ben sadece bir paganım. Hem siz kendiniz de hiç bir kadına "yerim seni" demediniz mi? Dediniz. Peki bunun nedenini hiç düşündünüz mü? Neden, antik Dionysos ritlerinde doruğa çıkmış olan seks ve yamyamlık içgüdüsüdür. Kesinlikle "Bu doğru ve iyi bir şeydir" demiyorum; ama böyle bir içgüdü vardır. Ayrıca -bana kalırsa- Dionysos yamyamlık istemez. Ataerki, kendi doğrularını popüler tanrılara ibla ederek kabul ettirme "puş..luğunu" (eşcinselleri tenzih ederim) yapmayı çok sever .
Örneğin Müslümanlığın tek tanrısı Allah-ü teala'ya bir dolu Yahveh huyu yüklenmiştir. Hemen örnek: "Allah acıdı" sözü... Bu söz, Allah'ın kimi zaman acımadığı, yani acımasız olduğu anlamını taşır. Ya da "Allah'ın gazabı" lafı! Acımasız ve gazaplı bir tanrı vardır; o da Yahveh'dir. Eski Ahit boyunca Yahveh'in ürkütücü acımasızlığı ve öfkesi defalarca dile getirilir.
Tevrat - Ağıtlar
2
1 Rab öfkelenince Siyon kızını* nasıl bulutla kapladı! İsrail'in görkemini gökten yere fırlattı, Öfkelendiği gün ayağının taburesini anımsamadı.
4 Düşman gibi yayını gerdi, Hasım gibi sağ elini kaldırdı, Göz zevkini okşayan herkesi öldürdü,
5 Rab adeta bir düşman olup İsrail'i yuttu, Bütün saraylarını yutup surlu kentlerini yıktı,
17 RAB düşündüğünü yaptı, Geçmişte söylediği sözü yerine getirdi, Yıktı, acımadı,
21 (..) Öfkelendiğin gün öldürdün onları, acımadan boğazladın.
3
1 RAB'bin gazap değneği altında acı çeken adam benim.
2 Beni güttü, Işıkta değil karanlıkta yürüttü.
3 Evet, dönüp dönüp bütün gün bana elini kaldırıyor.
4 Etimi, derimi yıprattı, kemiklerimi kırdı.
5 Beni kuşattı, Acı ve zahmetle sardı çevremi.
6 Çoktan ölmüş ölüler gibi Beni karanlıkta yaşattı.
7 Çevreme duvar çekti, dışarı çıkamıyorum, Zincirimi ağırlaştırdı.
8 Feryat edip yardım isteyince de Duama set çekiyor.
]
Ayça hanım ise kurnazlığı, gözlemciliği ve zekası ile benim bu birkaç saniyelik "dalışımı" fark etti… parmaklarını oynattı! Bu beklenmedik hareketi beni kendime getirdi, gözlerimi yüzüne çevirdim: Beklediğim gibi, net bakışları -alay ve eğlence hisleri ile dolu şekilde- gözlerime dikilmişti.
Kendimi topladım ve dikleştim. Bir karşılık vermem gerekiyordu. Küstah bir çehre takınarak gözlerimi meme uçlarına diktim. Kadınları utandırırsanız, güçlerini, ya da "saldırganlıklarını" diyeyim, engellersiniz. Oysa Ayça hanımın beni saldırıma tepkisi göğüslerini ileri çıkartmak oldu.
Zor bir kadın ile karşı karşıya kalmak da beni eğlendirmeye başlamıştı. Farklı bir ortamdı. Bu meydan okumanın benim avcı tarafımı tetiklemesi de bir yenilikte benim için. Oyunu sonuna dek götürmeye karar verdim ama onu prototip maço erkek havaları ile alt edemeyeceğimi anlamıştım. Farklı taktiğe geçmem gerekiyordu. Bir sigara yaktım. Ciddi ama ilgili çehremi takındım. Ona sorular sormaya koyuldum; konuşturmaya başladım. Kendini ve giderek sorunlarını anlatmasını sağladım… Ben ise sürekli TARAFSIZ (bu önemli, ona ne karşı çıkan, ne de hak veren kimliğe girmeden) bir hakim gibi dinledim. Tepki vermemek, anlatıcı tarafından dinleyenin karar vermemiş olması şeklinde algılanır. Karşı çıkma da yoktur; olsa, anlatıcı silahlarını kuşanır ve çatışma başlar. Oysa dinleyici ortadadır. Anlatıcı dinleyicisini nötrlüğünden uzaklaştırmak (yani haklı görülmek) için kendisini daha açar, fark etmeden olayları en doğal (hatta biraz yaralanabilir) psikolojide anlatmaya geçer. Bu ruh hali direnci çözer... sosyal maskeyi parça-parça eder.
Ayça hanımın dertleri de az değildi. Şirket sorunları, kız kardeş sorunları, gelmekte olan yaşlılığın ayak seslerini işitmenin yarattığı sorunlar…
Uzun-uzun anlattı… Kendini buldu. Daha doğrusu sabah uyanıp yataktan kalktığı kimliğe geri döndü. Hala ciddi, ama bonus olarak anlayışlı bir çehreye geçtim, elimi önce dostça dizine koydum, sonra uzanıp elini tuttum. Artık ona hak veriyordum. Rahatladı. Gözlerinden yaptığı seri ok atışlarına son verdi. Artık bana sakinlikle ve biraz da sevgi ile bakmaktaydı.
Üstünlük bana geçmişti.
Erkek -kuralına göre oynarsa- daima kazanır. Aslında erkeğin kazandığı bir şey yoktur; çünkü ortada bir savaş yoktur. Olan, yani erkeğin kazanması şeklinde ifade ettiğim şey, DOĞAL dengelerin yeniden kurulmasıdır. Burada kadın da kazanmıştır; çünkü kendi olmuştur. Üzerine yüklenen yanlışları taşıyabilmek için ördüğü/dokuduğu zırh/giysi/kimlik gerçek değildir ki… Taşımaya alışılmış olsa da, kadını fark ettirmeden yoran bir kalkandır bu. Kadınlar aslında ne kadar yorulduklarını açılan bir kucağa yerleştiklerinde anlarlar. Beni okuyan hanımlar, eğer bu sözlerimi bir güçsüzlük olarak algıladınızsa çok yanıldınız. O kucakta yaşadığınız duygu, evren bölünmeden önceki öncel evrendeki hislerin bir minik parçasıdır. O kocakta hem babalık, hem aşk, hem seks vardır… ki, bu kombo, öncel evrenin temel duygularındandır. Eğer o kucakta rahat ederseniz, yaşadığınız güzelliklere kapıyı kapatmazsanız, bir süre sonra kendi kucağınızı erkeğinize açma sırasının size geldiğini göreceksiniz.
Ayça hanım da "rahatlama" psikolojisine girmişti. Hala edilgen bir kadın değildi. Ama artık sürekli savaşması ya da her şeye karşılık vermesi gerektiğini, bunu yapmazsa ezileceğini, düşünmüyor; gereksiz yere pür dikkat yaşamıyordu.
Hemen konuşmayı eğlenceli konulara getirdim. Ortam hafifledi, gülüşmeye başladık. Çok komik bir yanı vardı. "Kadınlar güldüren erkekleri sever" ataerkil kalıbını sollayıp, kadınları güldüreceğim diye laflar etmek yerine onlara biraz alan açabilirseniz, kadınların erkeklerden yüzlerce kez daha komik olduğunu anlarsınız. Espri akılla yapılmaz. Sözcüğün kökeni Latince spiritus yani "ruh" (spirit) kelimesinden gelir. Spiritüel eğilim ise sağ beyinde (buna genelde kadın beyni denir) baskındır. Ayça hanım da beni şaşırtmadı… giderek komikleşti. Olayları karikatürize etme yeteneği çok güçlüydü. Pek çok komedyen gibi anlatımda sürekli kendi üstünlüğüne vurgu yapıp diğerlerinin küçümsememesi, bunun yerine kendini komik durumlarda anlatması insanı rahatlatıyor ve gülme isteğinin körüklüyordu. Kısa sürede ortamda -kahkahalarımızı nezaketen biraz bastırmaya çalışsak da- sürekli kikirdeyen tek çifte dönüştük.
Artık kalkma zamanı gelmişti. Alacağım yanıttan emin olarak rahatça sordum:
- Bir nightcap için bana gelmek ister misin?
Yüzüne eski "hafiften şeytani" ifadenin gölgesini içeren bir gülümseme geldi ve kısaca yanıtladı.
- Olur.
3. Bölüm: HOME STUDIO
Birlikte kalktık, koluna girdim, kapıdan çıktık ve caddeye doğru ilerledim. Amacım bir taksi bulmaktı. Oysa o "Otopark bu tarafta" diye mırıldandı. Ben ise güvenle "Üzgünüm" diye yanıtladım "aracım yok, beş yıl önce sattım ve bir daha alamadım." Fakirliğimi asla saklamam. Beni beğenen olduğum gibi beğenir. Karakterim ve yeteneklerim, araçla ölçülemez. Kendimi bu konuda pek beğenmekteyimdir. O ise gülerek; "Ben kendi arabamı kastetmiştim" dedi.
Kadınları kullandığı araçta sağ ön koltukta gitmekten hiç gocunmam. Bilakis, bu konumda çok da rahatımdır. Ayrıca ellerimin boş olması bir kazanımdır. Bu fırsattan yararlanıp elimi ensesine, saçlarının dibine koydum… Terliydi. Nemden bile ileri… Islaktı. Bu heyecan göstergesi miydi? Gözlerim aracın yutmakta olduğu yoldayken ellerim dizine indi… ardından kolumun uzanabildiği kadar içerilere ilerledim… Önce dizleri ile parmaklarımı sıkıştırdı, sonra iki dizini biraz ayırdı. Gecenin nasıl geçeceği hakkında yeşil karttı bu.
Apartmanımın asansörüne girer girmez sırtını asansör duvarındaki aynaya dayadım, ellerimle ince bileklerini yakaladım, belinin gerisine yapıştırdım ve dudaklarını ağzımın içine aldım. İnanılmaz güzel bir kokusu, o fit bedenden umulmayacak kadar yumuşak etleri vardı. Tekniğe boş verip ince kemiklerini kırar gibi sıktım… tek istediğim bedenini bedenimle iç içe geçirmekti. Her noktasını… göğüslerimizden, kasıklarımızın bitimine dek… Mini eteği neredeyse beline sıyrılmış, bacaklarımız birbiri içine geçmişti.
Ancak birden kollarını kurtarıp beni itti ve " Ayaküstü işlerden hoşlanmam. Yeni tanıştığım erkeklerin evine gitmek çok da tarzım değil. Bana bir yarım saat ortamı benimsemem için izin ver" dedi.
- Tabii ki, nasıl istersen… Sadece sohbet de edebiliriz. Strese girme.
- Strese filan girmem. İyi tanımadığım erkeklerin evinde dikkatliyimdir. Başka bir neden arama.
Anlayışlı şekilde gülümseyerek daire kapısını açtım ve antreye girmesini sağladım. Ardından: "İçerisi seni şaşırtabilir" diye konuştum; çünkü evim klasik anlamda bir ev değil, bir film seti gibiydi.
Ve setin, pardon, salonun kapısını açtım.
Girdiğimiz oda emlak literatüründe salon diye geçse de "standart salon ve döşenme şekli" ile ilgisizdi. Bir duvar bütünü ile perdeydi. Bu duvarın karşısındaki duvarda bir masa üzerinde iki bilgisayar, iki kamera, yanlarda ayaklı ring lightlar ve hoparlörler bulunuyordu. Odanın kuytu bir köşesinde ise -önemsenmediği için itilmiş gibi- bir divan ve masa başında bir müdür koltuğundan başka eşya yoktu.
Bu görüntü karşısında duraksadı.
Gülerek: "Evet, biraz garip bir ortam" diye başladım; "sana söylemedim sanırım, ben bir cam modelim" diye devam ettim.
- Nesin?
- Cam model…
- Pornocu?
- Aslında tam cam model değilim. İnternet dansçısıyım.
- Yazarım demiştin?
- Evet yazarım da… Google Books'tan yayınlanmış 10 kitabım var.
Hala salonu eşiğinde duruyor, içeri adım atmıyor, ya da atamıyordu. Sessizlik uzamasın diye sesimi şakalaşma mode'una getirerek "İnsanın iki işi olamaz mı?" diye sordum. O ise beni duymamış gibi "O kameralar çalışmıyor değil mi?" diye mırıldandı.
- Tabi ki hayır…
- Ben anlamadım… Burada dans mı ediyorsun?
- Evet, burası benim sahnem.
- İnsanlar geliyor?
- Hayır, ben sanalım. Canlı yayında dans ediyorum.
Yine sessizlik.
- İçeri girsen de otursak. Soruların olabilir, çekinme… sor. Saklayacak bir şeyim yok.
İsteksizce salona girdi. Yüzünün her bir adalesine 10 gr.lık gizli ağırlıklar asılı gibiydi. Artık önceki kadar dik de durmuyordu. Tereddüt dolu bir beden dili ile odanın sonundaki divana (ki, ben o divana -yaşadıkları, ya da tanık oldukları yüzünden- "günahkar divan" diyordum) oturdu. Bense tavrından çekinerek yanına oturmadım; müdür koltuğumda karşısına geçtim.
Konuşmuyordu. Odayı sessizlik doldurmuştu. Hava kursun gibi ağırdı. İçimde "Al sana tanımadığın kadınlarla ilişki kurmanın sonucunu…" diye bana küfür eden bir dark side'ım vardı. Ben çok flört etsem de, herkesle flört etsem de, evime müşterilerimden başka kadın getirmem. Ciddi ilişkileri yük olarak görürüm. Seneler boyu sevgilim olmamıştır. İşim sanal veya reel cinsellik olduğu için bu modelde yaşamakta hiçbir eksiklik hissetmem. Zaten gezmeyi seven, buna gerek duyan biri değilimdir. O anda, yıllar içinde geleneksel ilişki adlı yapıya ne kadar uzak kalmış olduğumu kavradım.
Birinin konuşması gerekiyordu. Sordum:
- Bir içki ister misin?
- Yok, gerek yok.
- İstediğin gibi etrafı incele. Gizli kamera yok.
- Gizli kamera olmadığını biliyorum.
- O zaman sorun ne?
Önce sustu, sonra zorla konuştu:
- Sen, sen değilmişsin. Başka birisin. Daha ne olsun?
- Beni bir imaj olmak istiyormuşsun sanırım. Bu sözlerimi suçlama olarak alma. Gözlem sadece. Karşında tam ben duruyorum; çünkü dans etmek, beni ben yapan bir şey...
- Nasıl dans ediyorsun?
Sakınmadan söyledim.
- Erotik dans.
- Nasıl erotik?
- Çıplak olarak.
- Tamamen?
- Hayır.
Duvardaki resmimi işaret ettim. Bu kanvasa basılmış bir fotoğrafımdı. Çerçevelenmiş resimde üzerimde tanga ile kırlık bir ortamda mehtap altında dans etmekteydim. "Öyle…"
Baktı… Baktı… Ve sordu:
- Kim bu?
Şaşırmıştım. Şaşkınlığımı saklamadan "Benim. Benzemiyor mu bana? " diye cevap verdim. Bana baktı… sonra yeniden resme baktı…
- Şaka mı bu?
- Ne şaka mı?
- B… bu resimdeki tip sen misin?
Çok zor sinirlenirim. İnsanların acılarına olağandan anlayışlıyımdır. Ancak cinsel duygularımın, en coşkun anında, en planlanmış zevk gecesinde, olayın öznesi olan kadın tarafından kesilmesi ve en düşkün olduğum, beni yaşatan konuya o hanımın yaklaşımı beni gerdi… Kızmaya başladığımı korku ile fark ettim. Cevap vermedim. Versem, bana uymayan bir laf edeceğimden ve sonra kendime hayranlığımı yitireceğimden de korktum. Bara gidip bardağıma sek cin koydum ve pencere önüne geçip perdeyi araladım, sokağa bakmaya başladım.
- Sen gey misin?
İşte o anda bir perde kapandı. Beynimde başlamakta olan ürkütücü akım, ki o bir trajedi idi, yerini komedi sahnesine bıraktı. İçimden gerçekten gülmek geldi. Hanımın lafında komik bir şey yoktu. Komik olan ataerkinin insanları soktuğu modellerdi. Tutsaklığa bu ölçüde karşı çıkmış bir kadının bile tabulara boyun eğimesi ve bu kadar sığ, hatta dar bakışlı ve bence gülünç bir karaktere tıkıştırılması… Yıldızlar döküldü. Pırıltılar söndü. Artık karşımda yığından bir karşı cins vardı. Bizler ataerki yönetiminden henüz kurtulamamış insanlara saygısız davranmayız. Onları anlarız. Ama hayatımıza asla-asla sokmayız. Sokmanın HER İKİ TARAF İÇİN DE acı kaynağı olacağını biliriz.
İçkimden büyük bir yudum alarak soğukkanlılıkla ve kısaca: "Hayır, değilim" diye cevapladım. "Neden böyle bir şey sordun ki?" ya da "Bu da nereden çıktı? veya "Ne alakası var?" mealinden laflar bile etmedim. Artık tek istediğim bu gecenin bir an önce bitmesiydi.
Ne yazık ki tanrılar ihtiyacıma yan çizdiler. (Şaka ediyorum.) Ya da beynimi onun etkisinden kurtarmaya kararlı koruyucu meleğim onu konuşturdu ve şunu sordurdu:
- Kaç yaşındasın?
Az önceki sorusunu sormasına neden olan "Erkek çıplak dans ediyorsa eşcinseldir" kalıbı ile yüzleşmek beni kendime getirmişti. Bu ikinci "Bazı şeyler sadece gençlere aittir, yaşlıysan, yapabiliyor olan bile yapamazsın… ayıptır" kalıbı ise komedinin oynandığı sahnenin de perdelerini indirdi. Şimdi hafif ve eğlenceli bir vodvilin oynanmakta olduğu tiyatroda değil, farklı bir gezegendeydim… daha doğrusu bir paralel evrendeydim. Ya da en doğrusu: Paralel kimliğime atlamıştım… Artık çıplak dansçı Altar değil, Janus'tum.
Ona yüzümde dostça bir ifade ile döndüm ve "1956 doğumluyum" diye yanıtladım.
- Bu resim?
- İki ay önce çekildi.
- Fotomontaj mı?
Karşısına geçtim ve sorusunu duymazdan gelerek: "Seni eve bırakmamı… pardon, ağız alışkanlığı, sana aracına kadar eşlik etmemi ister misin?" diye sordum.
Duraksadı. Bu çıkışı beklemediği belliydi. Zeki bir kadındı, bendeki değişimi gördü. Onu giderek küçümsemeye başladığımı anladı; kendini topladı ve sanırım sözlerine pişman oldu. "Bir içkiyi tercih ederim" diye konuştu. "Arkadaşlık ilişkisine ne dersin?"
- Üzgünüm bebeğim, kadınlarla arkadaşlık etmem. Ama içkini vereyim. Evime gelen bir hanımsın, konuğumsun; birkaç saatliğine dost olabilirim.
- Mersi… O zaman ben de sek cin alayım.
- Buz?
- Sek demiştim.
4. Bölüm: HAYATIN FARKLI YÜZÜ
Kalmaya karar vermesi cinsel isteğimi olmasa da, Janus kimliğimi daha da canlandırdı. (Janus dost canlısıdır. O herkesle anlaşır; sürekli birilerine bilgi vermek ister.) "Neden bir erkeğin dans etmek istiyor olabileceğini kabul edemiyorsun?" diye başladım. "Neden altında farklı nedenler, gerekçeler arıyorsun? Daha doğrusu, neden gerçeklerin altını sana ezberletilen basmakalıp yanıtlarla doldurmaya uğraşıyorsun? Bunu yapmak bence kendine ait bir vizyon sahibi olmamak, ya da kendininkini gömmüş olmak manasında."
Eve girdiğimizden beri ilk kez olarak tanıdığım Ayça oldu, bana önceki dik bakışları ile baktı ve "Öyle mi düşünüyorsun?" diye sordu.
- Benim ne düşündüğümün fazla önemi yok, sen düşün ve sen karar ver.
- Alışılmadık olduğunu sen de kabul et.
- Kabul ediş ilerlemekte olduğun yoldan farklı bir yere ulaşma manasındadır. Ben zaten en başından beri biliyorum.
İçkisinden o da büyük bir yudum aldı ve "Sen de beni anla" dedi. "Karizmatik, bir yazar ile tanıştım. Bir beyefendi ile… Sen bana "İstanbul beyefendisi olmaya özen gösteriyorum" dediğinde içimden 'Zaten öylesin' demiştim. Ama Matruşka bebek gibisin, şimdi karşımda tangalı bir dansöz var."
Sanırım dansöz sözcüğünü beni aşağılamak için ya da yaptığımı çirkinleştirerek kendine hak verdirmek için kullanmıştı. Onun gibi bir kadının dansözleri "aşağılama mercii" olarak kullanması beni şaşırttı. Şu ataerki nasıl en olmadık kişilerin bile beynine konuşlanıyordu.
- Dansçıyım diye sokakta kolyeler bileziklerle mi gezmem gerek? Neysem oyum. Tradisyonel giyinmeyi seviyorum. Kravatsız ve kol düğmesiz bile çok rahat değilimdir.
- Gezmen gerekmez tabi ki... Ama yine de… Alışılmadıksın.
- Bunu bildiğimi söyledim. Bilmediğim şu: Tanıştığım kadınlara -onları strese sokmamak için- hemen 'ben dansçıyım, ona göre' mi demeliyim?
- Barda söyleyebilirdin.
- Haklısın ama bu durumun bu kadar önemli olabileceğini gerçekten düşünmedim; dans etmek, hatta çıplak dans etmek, dahası çıplak olmak benim için son derece gündelik bir şey.
Sözlerimi duymazdan geldi. Kendi rahatsızlığı üstünde durmaya kararlıydı.
- Görüntünle işin birbirine uymuyor.
Janus konuşmaya, "Bu bir hata değil bebeğim" diye devam etti; "ya da bu benim bir hatam değil. Yanlışlık, insanları belli birkaç kategoriye tıkılmak zorunda bırakan, onların sıradışı yanlarını yaşamalarına imkan vermeyen ataerkinin. Ataerkide 'bunu yaparsan böyle olmalısın' ya da 'şunu yapan budur' şeklinde kalıplar var. Herkes bunlar hapsedilerek zap-ı rapt altına alınıyor. Benim tek farkım bu "kalıplar kıskacı"ndan kaçabilmem. Bunun da gerisinde standart bir eşim ve işimin olmaması bulunuyor. Kimsesiz olduğum için insanları cenderelere sokan ve birbirine benzer kopyalar yaratan şeytanî fabrikadan kaçabildim.
Bu konuşmanın gidişatını beğenmemiş, belki de fazlaca sosyo-kültürel bulmuş olacak ki konuyu daha pratik gerçeklere çekti.
- Neden yapıyorsun bu işi? Para için değil mi?
Rahatça güldüm, "Hayır tatlım" dedim, "bu iş yüzünden fakirim. Başka işte çalışsam bunun üç katı gelirim olur."
- O zaman neden?
- Sevdiğim işi yapmak istiyorum. Açık değil mi bu?
- Aylık filan mı alıyorsun?
- İzleyiciler "tip", yani bahşiş yolluyorlar. Büyük para ise private show'larla geliyor. O şovlar iki kişi arasındadır. Başkası, model izin vermedikçe, izleyemez. O şovlarda izleyici kamerasını da açabilir. Buna c2c (cam-to-cam) denir.
- Sana tip yollanmıyor; öyle mi?
- Az yollanıyor diyeyim.
- Beğenilmiyorsun yani?
- Evet… korkarım ki bu doğru.
- Neden beğenilmiyorsun? Yaşlı olduğun için mi?
Beni hala hedef tahtası olarak görüyor ve kendi kafasınca en zayıf sandığı yerden vurmaya uğraşlıyordu. Oysa bu tutumu aslında ONDA yaşlılık korkusu bulunduğunu ortaya koymaktaydı. İçimden "Senin yaşlı olduğuma aldırmaman gibi başka aldırayanlar da var" demek geldi... ama tartışmak bizlerin sevdiği (hatta rantabl gördüğü) bir iş değildir. Bu yüzden "Bu işte para verenler erkeklerdir" diye konuştum; "oysa izleyicilerimin çoğunluğu kadın… Kadınlar ise para vermezler fazla.
- Çok saçma!
- Saçma değil.
- Kadınların eli erkeklerden çok açıktır.
- Eşlerine açıktır. Kendilerini sadece cinsel olarak uyaran bir erkeğe kadınlar para vermez.
- Bu doğru; biz açılmak için güvenmek, benimsemek isteriz.
- Senin de bu sözün çok saçma.
- Nedenmiş o?
- Erkeklerle eşit olduğunuzu söylüyorsunuz. Erkeklerin yaptığı her şeyi yapabileceğinizi iddia ediyorsunuz. Ama güvenmekten uzak duruyor ve güvenliğe oynuyorsunuz. Ayrca, para, ya da armağan almayı sadece kendi hakkı olarak gören kadın da var.
Gözlerinden kıvılcımlar çıkmaya başladı… ki bu beni sevindirdi. Evime girdiğinden beri üzerindeki çökkün hava berbattı.
- Ben sevgililerime armağan alırım. Hesap da öderim.
Kendimi tutmayıp içten gelen bir kahkaha attım. Çocuk gibiydi. Hemen sinirlenmesi… Sözlerimin içeriğini -büyük olasılıkla korkularının ittirmecesi ile öfke refleksine girmesi ve sağduyusunu iptal etmesi yüzünden- anlamaması… Açıklamaya başladım:
- Ben hediyeden-behiyeden söz etmiyorum. Senin için gösteri yapan adama para vermeyeceğini sen söyledin. "Açılmamız için güvenmemiz gerek" gibi bir şey dedin.
Oysa bence gerçek "özgür kadın", yorgun gecelerinde koltuğuna geçer, moda siteleri veya dizi filmler yerine çıplak bir dansçıyı izlemeyi daha eğlenceli bulur. Porno demiyorum… Erotik görüntüden söz ediyorum. İçinde sanat olan erotizmden. Ve de beğenirse para yollaması gerektiğini bilir. Özgür yaşam onu bu bilince getirmiştir. Zevkleri de tepkileri de reeldir. Armağan almayı kendi hakkı gören, bu yüzden de gerekli parasal bedelleri ödemeyi aklına bile getirmeyen biri değildir artık. Ben senelerdir bu işi yapıyorum ve kadınların böyle bir sorumluluk duymadıklarını yaşayarak gördüm.
Bu sözlerimden sonra biraz sustum… Sözlerimi "hazmetmesini" bekledim ve son vurucu cümlemi söyledim.
- "Babasının cici kızı", ya da "beyinin hanımı" psikolojisini hala bal gibi de taşımaktasınız.
Bu sözlerimi duyunca bir anda kıpkırmızı oldu. Tek kaşını havaya kaldırdı. Yüzüne gülümseme denilmesi zor bir kasılma yayıldı. Sanırım kalkıp gitmeyi düşündü… açıktı ki içinde küçük bir çatışma vardı.
Sonunda kalmaya karar verdi. Aslında gitmek istemiyordu fazla. "Bu konuya girmiycem" dedikten sonra konuyu değiştirme amacı ile sordu:
- Neden erkekler izlemiyor seni?
Tüm içtenliğimle "Ben çok şey bildiğini iddia eden biriyim ve bana inan, bu sorunun yanıtını bulamadım" şeklinde konuştum. "Ne yaparsam yapayım, erkekler beni az izliyor; bazı günler izleyicilerim sadece kadın oluyor. Bir keresinde yayınıma gelen bir adam şaşkınlıkla "Gosh! All women watch this!" demişti.
İlk kez güldü… Onun gülmesinden cesaretlendim, bilgisayara dönüp yayın yaptığım siteyi açtım.
- Gel bak.
Ekranda onlarca çıplak erkek vardı. Açıklamaya başladım.
- Bunlardan birini beğeniyorsun ve resmi tıklıyorsun; odasına giriyorsun. Seç birini…
- Şu adam gladyatör kostümü mü giymiş?
- Evet, o popüler bir model, takma adı "Son of Valhalla".
Resme tıkladım. Adam elinde kılıç, tamamen çıplak olarak bazı hareketler yapmaktaydı.
- Buraya tıklayıp para yolluyor ve Private Show istemiş oluyorsun.
Bir süre izledik. Açıkçası gözlerini alamıyordu desem abartmış olmam. Gülerek: "Bundan daha da güzel erkekler var" dedim, "çoğu vücutçu."
- Senin gibi yaşlılar da var mı?
Yine gülümsedim. Salvolar devam ediyordu.
- Kimsenin yaşını bilmiyorum.
Cevap vermedi. Gözlerini adamdan ayıramıyordu. Ayça hanım hayatın farklı yüzü ile tanışmaktaydı. Sudden encounter of the second kind of life! Otuzlu yaşlarda olan bu model gerçekten çarpıcıydı ve giyimi kadar adaleli bedeni ve beline dek uzun gür saçları ile Viking tanrılarına benzemekteydi. Ona rahatça izlemesi ve ortamı özümlemesi için zaman verdim.
Sonunda "Kimse para vermedi" diye konuştu.
- Erkekler bu işte çok iyi kazanmıyorlar. Benim de asıl kazancım kendi sitemdeki özel şovlarla oluyor.
- Websiten de var yani?
- Evet. Aç telefonunu… Yaz Google'a: pagan-dancer.com (site adresim onda kalsın diye sitemi bilgisayarımda açmamıştım). Telefonu eline aldı, dikkatle adresi yazdı. Gözlerimi ona diktim. Hiçbir mimiğini kaçırmak istemiyordum. Ne hissedeceğini çok merak ediyordum.
Sitem yüklenir yüklenmez çehresine garip bir ifade geldi. Ne olduğunu anlayamadığım bir ifade…
Öfke? Nefret? Stres?
Hiç biri değildi…
Şaşkınlık?
Hayır, bu da değilldi.
Neydi öyleyse?
Bana bir ara kararlılık gibi de geldi. Bir kesinlik sanki… Bir şeye karar vermişlik… Kasılmış bir ifade ile telefonuna bakıyor, bazı kararlar alıyordu sanki. Ancak yüzündeki ifade hayranlık, beğeni değildi. Ruhunda fırtınalar koptuğu, hatta belki de bilincinde istemi dışında bir "yüzleşme" oluştuğu belliydi. Ayça hanım hayatın diğer yüzü ile karşılaşmıştı. Ancak bu farklı hayat ona ne hissettirmişti… bunu yüzündeki karışık ifadeden anlamak tamamen olanaksızdı.
Ani hareketle ayağa kalkarak "Gideyim artık" dedi. Şaşırdığımı belli etmedim, dostça "Tabi ki" diye yanıtladım, "Aracına kadar akompanye edeyim".
- Hiç gerek yok, kendim giderim.
- Saat geç. Üzerinde mikro-mini etek var.
- İlk defa mini giymiyorum.
Bana "Nasıl istersen" demekten başka söz kalmamıştı. Kapıdan çıkarken gülümseyerek "Hoşça kal, geldiğine teşekkür ederim" diye konuştum, ama yanıt yerine elini kaldırıp parmaklarını oynatmakla yetindi.
Asansöre bindi… Ve gitti.
(Gerekli bir açıklama: Yukarıdaki sözlerim stres ortamında yapılan bir konuşmada söylenmiştir. Deneyimlerime dayalı kişisel düşüncem kadınların yaşamda erkeklere oranla daha eli açık ve özverili oldukları yönündedir. Ancak hala da yayınlarımda ödeme yapanların ezici çoğunluğu erkeklerdir. Bu yüzden şovum erkekler hedef alınarak hazırlanmaktadır.)
5. Bölüm: AYÇA'NIN İKİLEMİ
Daireme girip bir sigara daha yakarak düşünmeye koyuldum. Çağdaş olduğunu savunan Ayça hanımın bencilliğe olmasa da, bağnazlığa takılıp kaldığını düşünmeden edemiyordum.
Kendi özgürlükleri için savaş veren modern ve çağdaş kadınların hepsi Ayça gibiyse, hiçbirinin bana arayışları olan özgürlüğü vermeyecekleri ortaya çıkmıştı!
Çağdaşlık bir gelişim, yani evrimse, kapsamında esneklik ve hoşgörü gibi erdemlerin de bulunması gerekirdi. Çağdaş kadın ise bu kavramları es geçerek -sanırım fark etmeden- sadece kendi özgürlüğüne oynuyor gibiydi. Geleneksel modele karşı duruşu olduğunu ortaya koyacak şekilde yaşayıp davransa da, diğerlerine, örneğin seçtiği erkeğe, bu hakkı vermiyor; birlikte olduğu erkek standart, klasik, hatta belki de demode gereklilikleri taşımadığında öfkeleniyordu. Oysa aynı şey ondan beklendiğinde… belki çok daha öfkeleniyordu. Seçtiği erkekten klasik erkeklik modelini beklemeye hakkı vardı… Ama erkekler klasik kadın beklediklerinde onları çağdışılıkla suçluyordu.
Ayça'nın beni "tangalı dansöz" olduğum suçlaması ile beğenmemesi tabidir ki anlaşılabilir. Klasik olan tercih edilebilir. Ancak o zaman ben dahil kimi erkeğin de kadınları klasik kimliklerinde (örneğin yemek yapan, çalışmak istemeyen, edilgen ve uysal davranan, son sözü eşine bırakan modelde) arzulamalarına anlayışlı olması gerekir. Dahası, beni beğenmediği, ya da onun beklentilerine uygun olmadığım için alenen aşağılaması ciddi bir yanlıştır.
Bağımsızlık, bağnazlıkla asla uyuşamaz. Özgür olmak için yola çıkan kimseler, öncelikle farklılıklara -nezaketen değil- yürekten anlayışlı olmalıdırlar. Hatta çıtayı yükselteyim: Anlayış, gerçek özgürler için romantik bir lükstür. Sisteme başkaldıran kadın ya da erkekler, sıradışığı, çizgi dışılığı, üzerinde fazla durmadan (özveri dolu anlayış içine girmek zorunda kalmadan) kabul edebilmelidirler. "Ya doğrularımı benimsersin, ya da manyaksın, kötüsün, iticisin" kalıbı, insan özgürlüğüne ket vurmak için, kimse bağımsız olamasın diye var edilmiş bir hapishanedir.
Bir süre bu düşünceler içinde gezdim dolaştım, sonunda Ayça hanıma Janus kimliğinde (yani flörtöz bir ortam dışında) bazı şeyler anlatmaya karar verdim. Eğer beynine ulaşabilirsem, özgür ve bağımsız olma yolunda katkılarım bulunabilirdi. Artık onu öğrencim -bu lafı hiç sevmem- "siteme gelen ziyaretçim" şeklinde görüyordum. Ziyaretçilerim ise -beni onaylamasalar dahi- daima arkadaşımdırlar. Karar verdim: Onunla yepyeni bir iletişimin tohumlarını atacak ve yeşertmeye çabalayacaktım.
Ertesi gün yeni kimliğimi ona daha net göstermek adına parka lenslerimi değil, gözlüklerimi takarak gittim. Çekincelerini kıracağıma emindim. Beni beğenmemişti… bunun sorun olmadığını gösterecek ve anlatacaktım.
Ama o gelmedi.
Bir daha parka hiç gelmedi.
Onun değimi ile "tangalı dansöz" olmamdan sevdiği bir yere gelmesine engel olacak kadar nefret etmesi beni üzdü. Ben bu denli nefret edilecek bir şey yapmamıştım. Gelebilir, dostça bir selam verebilir, ama araya mesafe koyabilirdi. İzleyicilerime hep anlatmaya çalışırım: Verdiğiniz her tepki, karşı tarafı önemsediğinizi gösterir; çünkü insanlar sadece aldırmadıkları insanlara iyi davranabilirler. Öfke duyma, öfke duyulan kişinin bir şekilde önemsendiğine kanıttır.
Üzüntüm ise çabuk dağıldı. Hayat yeniden bildiğim gibi akmaya devam etti. Yayınlarım her zamanki gibi yaşamımın mihverindeydi. Yeni koreografiler hazırlama, dekorlar planlama, kıyafetler tasarlamaya gömüldüm. Ayça'yı unuttum gitti.
Ancak hayat ne zaman bu "su gibi" diyebileceğim düzende akmıştır ki? Makrokozmosta huzur adlı ayrıcalık kesinlikle uzun sürmeyen bir ödüldür. Aslında böyle olması da iyidir; çünkü kalıcı huzur, önce eylemciliğe son verir… ardından çürütür… sonunda kokuşturur. Pagan cennette Yahudi ve Hıristiyan cenneti gibi kuş sesleri ile dolu ve cinsiyetsiz meleklerin uçtuğu sakin bir bahçe yoktur. Bizim cennet Müslüman Cennetine benzer. Müslümanlık Cennet tanımını çok güzel yapmıştır. Mesaj; Cennet'te, yani gerçekten pozitif enerj taşıyanların çekileceği evrende, seks yaparken, aşık olurken, huzur duyarken, eğlenirken, dans ederken, spor yaparken, heyecanla dolarken hissedilen duyguların hepsinin, hem de İÇ İÇE (BÖLÜNMEMİŞ HALDE) var olduğudur. Ladon'un bahçesindeki insanlar şahane meleklerle sevişirler, içki içerler, keyif ederler.
Ama oraya ulaşabilmek adına alınacak çok ders, geçilecek çok sınav, ilerlenecek çok sınıf vardır.
Benim bahtıma ise ders olarak bu kez yayınlarımdan birinde Big Black Mexican adlı bir erkekten Private Show ödemesi almak layık görüldü.
6. Bölüm: BIG BLACK MEXICAN İLE CAM SHOW
Yayın sırasında büyük para gelince ekranda dolar simgeleri akmaya başlar, para şakırtıları duyulur ve "made it rain" uyarısı çıkar. Bu uyarıyı hep başkalarında izlerim. Bana kimse yağmur yağdırmaz. Sadece kadın izleyicilere ulaşmanın, ya da erkeklere ulaşamamanın beni sinir eden bir yan tesiridir bu. Ama bu kez, ilk kez, yağmuru kendi ekranımda görmekteydim! Bir izleyici private için 100 dolar yollamıştı!
Tabidir ki para veren erkekti. "Big black Mexican" adlı biri erkek… Hem private, hem de c2c istemekteydi.
Sıkıntı!
Herif kamerasını -çizdiği eskizleri, yaptığı model uçakları, ya da evinin manzarasını değil- aletini göstermek için açacaktı.
İçimi isteksizlik kapladı. Ama adam parayı ödemişti, reddetmem imkansızdı. O anda para kabul etme cinsiyetini "Women, Men, Couples, Trans" diye ayarlayan kalın kafalığıma küfürler ettim. Bir erkeğin benden özel şov isteyeceği aklımın ucuna gelmemişti. Yıllardır private isteyen bile erkek yoktu… bu adam birde c2c istemişti.
Yayını özele aldım ve dans etmeye başladım. Adam ise dansımla ilgisi olmadığını ilk anda belli etti. "Kameraya yaklaş" diye emir verdi… yani ekrana yazdı. Ben genelde boy plan dans ederim. Kameraya yakın durmam. Mecburen yaklaştım. Bu kez de "Şu anda tamamen çıplağım" diye yazdı… Cevap vermedim. Bu muhabbete girmemeye çalışacaktım. Ama benden cevap gelmese de o yazmayı sürdürdü.
- Sen de soyun. Tanganı çıkar.
İfadesiz bir yüzle: "Bu tarz şov yapmıyorum, bio'mda yazıyor" sözlerini tuşladım.
Adam 100 dolar daha yolladı!
"$100 for bare bottom"
Ne dert gelmişti başıma!
Sinirli ve baştan savma hareketle tangamı çıkardım.
- Kameraya yaklaş… daha yaklaş.
İstediğini yapmaktan başka yol yoktu.
- Cam'ı aşağı indir. Aletini yakın görmek istiyorum.
Bunu da yaptım.
- Okşa kendini… sertleştir.
- Yayına son vermek zorundayım. Özür dilerim.
100 dolar daha!
"$100 for flash cock"
Birkaç dakikada 300 dolar!
Bu paraları kazananlar olduğunu görür, özenirdim. Aptallığıma yanayım: Her şeyi bilen Janus, makrokozmosta paranın sadece acı, en azından sıkıntı/stres çekerek kazanılabildiğini nasıl da unutuvermişti. Al sana para… ve sıkıntı!
Heyecana gelebilmek için erkeklerle olduğumda çabuk tarafından sertleşmek için uyguladığım fantezime geçtim. Önümde şişman ve orta yaşlı bir ev kadını vardı. Sosyo-kültürel açıdan alt tabakadan biri... Giyiminden belliydi bu. İki yardımcım onu kollarından sıkıca tutmuşlar, domaltmışlardı. Kadının adi pamuklu kilodu dizlerinde, kocaman tombul poposu gözlerimin önündeydi. Sıradan elbisesi beline sıyrılmış; sarkık memeleri elbisesinin yırtılmış yakasından dışarı fırtlamıştı. Saçlarının darmadağın olması, bu pozu almamak için direndiğinin kanıtıydı. İncecik sesiyle çırpınıyor, etlerini zangırdatıyor, ağlıyor, bazen yalvarıyor, bazen küfür ediyordu. Ben ise en acımasız şekilde onu anal yoldan almaktaydım.
Hemen taş gibi doldum.
Ekranda yine yazılar parladı.
- Kalçanı it-çek… S…er gibi.
Seni değil, benim tombulu beceriyorum salak.
- Daha hızlı… Ben de benimkini okşuyorum… Hızlan…
Tombula daha da yüklendim… önce anırarak ağlamaya geçti, sonra birden kusmaya başladı korkudan… Bir MAster olarak aklımı başımdan alan bir görüntü… Bu imajinasyonumla boşalma sınırına gelmiştim… bu yüzden elimi çektim.
- Ne oldu?
- Boşalacağım.
- Boşal.
- $100 for semen extraction zoom.
Şak şak şak şakkkkkk…
Yine yağmur yağmıştı!
Herif yazmayı sürdürdü.
- Ben de geliyorum… karşılıklı geliyoruz… Göster bana… fışkırmanı göster… Ohhhhh…
Tombula son bir darbe ile yüklendim, böğürmeye benzer bir ses daha çıkardı.
Beynimdeki patlamalar...
Ve sükun.
Tombul yok olmuştu. Ekranda da yazı yoktu.
Kamerayı yeniden bel plana aldım ve yazdım:
- Çıkıyorum.
- Dur. Daha cam açmadım.
- Mecbur değilsin.
- Biliyorum… Ben istiyorum. C2c için ödeme yaptım.
- Tamam aç.
Ve kamera açıldı.
Karşımda bütünü ile çıplak ve bacakları ayrık şekilde, uzanmış pozisyonda duran bir kadın vardı. Kafası ekrana girmemişti; cam, cinsel organına odaklıydı. Bir eli yanındaki kablosuz klavyedeydi… diğeri ile kendini okşamaktaydı. Elini biraz yükseltti organından… parmakları ile vajinası arasında -tıpkı salya gibi- parlak aşk suları uzadı. Bu ince pırıltılı ipliksiler organı ile parmaklarını bağlar gibiydi.
Hiçbir şey diyemedim. Sadece baktım. Elini klavyeden çekti, klavye yanında cam remote control!u aldı ve kamerayı yüzüne doğru kaldırdı.
Karşımda duran kadın her zamanki gibi tependen dimdik bakan Ayça'dan başkası değildi.
Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemeden ahmak gibi bakarken ekranda Türkçe olarak şunu yazdı:
- Güzelmiş.
Ve ekran karardı.
Bir kez daha gitmişti... beynimde bana özel bir "manası belirsiz rosebud" bırakarak.
Yalana gerek yok: Onu çok bekledim… Hem yayınlarımda, hem sitemde, hem de parkta.
Gelmedi.
Hayır; onu özlediğim için beklemedim. Sadece bana verdiği paraları iade etmek için bekledim. Eğer kabul etmeseydi, ki, etmeyeceğini tahmin ediyordum, o zaman birlikte kısa bir hafta sonu teklif edecektim.
Ama o gelmedi.
Peki neden yayına gelmişti? "Bağımsız ve çağdaş kadın" dediğim modelde olduğunu kanıtlamak için mi? Yoksa beni kırdığını düşünüp para ödeyerek, gönlümü almak için mi?
Bilemedim.
Uzun süre "güzelmiş" kelimesini anlamını da düşündüm. İlk başta içinde olduğum dünyanın verdiği alışkanlıkla cinsel organım için söylediğini sandım. Ne de olsa hep bu tarzlar laflar duymaktaydım. Daha sonraları "Belki" dedim, "belki 'erkek seyretmek güzelmiş' ya da 'haklıymışsın, sanal seks güzelmiş' manasında kullandı."
Bu soruların yanıtını da bulamadım.
Hem kafamı rahatlatmak, hem de ona olan borcumu ödemek için son kozumu oynayayım ve buradan ona bir seslenişte bulunayım. Gerçi bildiği sitem pagan-dancer.com'dan
altar-stil.com'a link yok. Ama adımı internette aratırsa ve biraz linkleri kurcalarsa bu siteyi bulabilir. O yüzden, bir ümit, çağırımı yapayım:
Ayça, eğer beni okuyorsan bana ulaşmanı rica ediyorum. Ben özelimdeki kadınlardan asla para almam. Osmanlıca konuşmamı sevmiştin. Şöyle diyeyim: "Müsaade et, sana borcumu eda edeyim. İstirham ediyorum."
= BİTTİ = ... mi?
Zaman gösterecek.